25 Kasım 2010 Perşembe

Sanat kamusallaşırsa !

1917 yılında Marcel Duchamp’ın bir sanat galerisine ters bir şekilde yerleştirdiği pisuar sanatın sarsılmaz ve değişmez olarak kabul edilen yapılarını yıkarak sanatın imgelerini ,anlamlarını, mekanla olan ilişkisini sorgulatmayı başarmıştır.
Ona göre bir süpermarket, kişisel bir banyo da yada bir evin çatısı sanat alanı haline gelebilirdi.
Bu yaklaşım 19. yüzyıl sanatına ve geleneksel sanata tamamen aykırı bir düşüncedir. Tüm algıların yıkılması anlamına gelen bu tavır post-modernizmin temellerinin atılmasına ve farklı sanat disiplinlerine de değişik bakış açıları getirilmesine sebep olmuştur.
Sanat artık belli bir sınıfın düşünce yapısından çıkmış farklı algıların ve alt kültürlerinde kendi fikirlerini ifade ettikleri bir alan haline gelirken sanatın kentin sokaklarına çıkmasını sağlamıştır.Fluxus, performans, happening gibi daha çok kamusal alanda yapılan disiplinler ortaya çıkarak sanatın kamusal mekanla olan ilişkisi araştırılmıştır.
Kamusal alan nedir ?
Kamusal alanlar , insanların eşit fayda sağlayabileceği, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanlarıdır.
Kamusal alanda yapılan kültürel, siyasi içerikleriyle gösterilen bu yapıların halk üzerinde büyük etkileri bulunmaktadır . Ancak bu sanat yapıtları yönetim yada toplum bireyleri tarafından tepkiler alıp, engellenebilmektedir de.
1970’li yıllarda Amerika’da ortaya çıkan rap kültürü ve bunun içerisinde yapılan grafitti hareketi buna çok iyi bir örnektir. Bu kültürü benimseyenlerin sprey boyalarla metro duvarlarına yaptıkları yazı ve resimler eleştiri almış ve yönetim tarafından kamusal alanlara zarar verdikleri düşüncesiyle illegal işler adını almıştır.
Bir çağdaş sanat yapıtı için kamusal alan kavramsal açıdan çok iyi bir teşhir alanı olma özelliğindedir.Çünkü sanat yapıtları galeri ya da müzelerde belli bir kesimin gezip gördüğü durumdan çıkıp her kesimden insanın izlediği , etkileşim içine girdiği bir yapıt halini almıştır.
Kamusal alanda sanat toplum bireylerine en etkin şekilde ulaşan, onları bu etki altına gönüllü yada gönülsüz alan bir eyleme dönüşmüştür. Aslında bir gösteri türüdür ,kişilerin o sanat yapıtını sevmesi yada sevmemesi ön planda değildir.
Burada amaç kente yeni bir şey katması ve insanları bu katkı üzerine düşündürmesidir.
Türkiyede Fulya Erdemci’ nin küratörlüğünü yaptığı ‘Yaya Sergileri’ ni buna örnek verebiliriz.
Nişantası’nda havada tellere asılı bisikletler, karşıdan karşıya geçmeye çalışan penguenler ya da balıklara özel bir üst geçit gibi bir çok yapıtın bulunduğu bu sergide amaç mekana, sokağa , kente ait bir takım sorunsallıkları ön plana çıkarmaktı. Hızla gelişen bir şehirde hastanelerin , okulların çokca olduğu, elit kesimin bulunduğu bir mekan Nişantası ve Nişantası eteklerindeki bulanan aksi bir durumdaki Teneke Mahallesi. Burada amaç Türkiye’nin gerçekliğini bizlere sunmaktır.
Kamusa alanda yapılan sanat yapıtının sevilmeyen örneklerini de görmemiz mümkündür.
Bu fotoğrafta Manhattan’daki Federal Plaza’yı iki eşit parçaya  
ayıran dalgalı çelik perdeler görülmektedir.
Richard Serra tarafından gerçekleştirilen  bu yerleştirme, ofis çalışanları arasında huzursuzluğa yol açmış,    uygulanışından 8 yıl sonra kaldırtılmıştır.
Bir diğer örnek ise Banksy’dir.
İngiltere de başlayan serüveninden ,NewYork’tan Barcelona’ya, Paris’ten Batı Şeria’ya küresel boyutta sokaklara parmak izlerini bırakan, gezgin bir sanatçıdır. Sprey boya ile sesini yükselten alt-kültürün, kenar mahallelerin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder