25 Kasım 2010 Perşembe

Sanat kamusallaşırsa !

1917 yılında Marcel Duchamp’ın bir sanat galerisine ters bir şekilde yerleştirdiği pisuar sanatın sarsılmaz ve değişmez olarak kabul edilen yapılarını yıkarak sanatın imgelerini ,anlamlarını, mekanla olan ilişkisini sorgulatmayı başarmıştır.
Ona göre bir süpermarket, kişisel bir banyo da yada bir evin çatısı sanat alanı haline gelebilirdi.
Bu yaklaşım 19. yüzyıl sanatına ve geleneksel sanata tamamen aykırı bir düşüncedir. Tüm algıların yıkılması anlamına gelen bu tavır post-modernizmin temellerinin atılmasına ve farklı sanat disiplinlerine de değişik bakış açıları getirilmesine sebep olmuştur.
Sanat artık belli bir sınıfın düşünce yapısından çıkmış farklı algıların ve alt kültürlerinde kendi fikirlerini ifade ettikleri bir alan haline gelirken sanatın kentin sokaklarına çıkmasını sağlamıştır.Fluxus, performans, happening gibi daha çok kamusal alanda yapılan disiplinler ortaya çıkarak sanatın kamusal mekanla olan ilişkisi araştırılmıştır.
Kamusal alan nedir ?
Kamusal alanlar , insanların eşit fayda sağlayabileceği, toplumun ortak yararını belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanlarıdır.
Kamusal alanda yapılan kültürel, siyasi içerikleriyle gösterilen bu yapıların halk üzerinde büyük etkileri bulunmaktadır . Ancak bu sanat yapıtları yönetim yada toplum bireyleri tarafından tepkiler alıp, engellenebilmektedir de.
1970’li yıllarda Amerika’da ortaya çıkan rap kültürü ve bunun içerisinde yapılan grafitti hareketi buna çok iyi bir örnektir. Bu kültürü benimseyenlerin sprey boyalarla metro duvarlarına yaptıkları yazı ve resimler eleştiri almış ve yönetim tarafından kamusal alanlara zarar verdikleri düşüncesiyle illegal işler adını almıştır.
Bir çağdaş sanat yapıtı için kamusal alan kavramsal açıdan çok iyi bir teşhir alanı olma özelliğindedir.Çünkü sanat yapıtları galeri ya da müzelerde belli bir kesimin gezip gördüğü durumdan çıkıp her kesimden insanın izlediği , etkileşim içine girdiği bir yapıt halini almıştır.
Kamusal alanda sanat toplum bireylerine en etkin şekilde ulaşan, onları bu etki altına gönüllü yada gönülsüz alan bir eyleme dönüşmüştür. Aslında bir gösteri türüdür ,kişilerin o sanat yapıtını sevmesi yada sevmemesi ön planda değildir.
Burada amaç kente yeni bir şey katması ve insanları bu katkı üzerine düşündürmesidir.
Türkiyede Fulya Erdemci’ nin küratörlüğünü yaptığı ‘Yaya Sergileri’ ni buna örnek verebiliriz.
Nişantası’nda havada tellere asılı bisikletler, karşıdan karşıya geçmeye çalışan penguenler ya da balıklara özel bir üst geçit gibi bir çok yapıtın bulunduğu bu sergide amaç mekana, sokağa , kente ait bir takım sorunsallıkları ön plana çıkarmaktı. Hızla gelişen bir şehirde hastanelerin , okulların çokca olduğu, elit kesimin bulunduğu bir mekan Nişantası ve Nişantası eteklerindeki bulanan aksi bir durumdaki Teneke Mahallesi. Burada amaç Türkiye’nin gerçekliğini bizlere sunmaktır.
Kamusa alanda yapılan sanat yapıtının sevilmeyen örneklerini de görmemiz mümkündür.
Bu fotoğrafta Manhattan’daki Federal Plaza’yı iki eşit parçaya  
ayıran dalgalı çelik perdeler görülmektedir.
Richard Serra tarafından gerçekleştirilen  bu yerleştirme, ofis çalışanları arasında huzursuzluğa yol açmış,    uygulanışından 8 yıl sonra kaldırtılmıştır.
Bir diğer örnek ise Banksy’dir.
İngiltere de başlayan serüveninden ,NewYork’tan Barcelona’ya, Paris’ten Batı Şeria’ya küresel boyutta sokaklara parmak izlerini bırakan, gezgin bir sanatçıdır. Sprey boya ile sesini yükselten alt-kültürün, kenar mahallelerin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.

20 Haziran 2010 Pazar

SUS ! BU BİR EMİRDİR.
Konuşmak   sadece kelimeleri bir araya getirip telaffuz etmek değildir.İnsanın kişiliğini, duygu ve düşüncelerini aktaran bir  araçtır. Bu yüzdendir  ki  susturulmak  insanın tamamen  kimliğin silinmesi demektir.
Kapitalist düzende Sömürge güçlerinin   her zaman gündemde tuttuğu en önemli yöntem, halkı susturup egemenliği altına almaktır.Susturduğu halkları egemenliği altına alıp  kendi istek ve yöntemlerine göre  şekillendirmek ister. Istekleri doğrultusunda hareket etmelerini sağlayıp kendi fikirlerini kolayca  yerine getirir.Kurmuş olduğu bu sistem sayesinde sömürülerine hergün bir yenisi daha katar.
Bununla birlikte   bir diğer sömürü aracı ise medyadır. Medyanında  katkısı sayesinde  bu sömürü   dahada  perçinlenir ve halk artık istenilen  karakterler  halini alır.Zamlara,asgari ücretlere boyun eğer , eğmek zorunda kalır . Hergün yavaş yavaş sömürüldüğünün farkına bile varmaz.Verdiği şeylerle yetinip daha  fazla ses çıkarmamızı bekler. Herşey o kadar olağandır ki !
Kapitalis düzenin  tam da istediği budur . İnsanların olan olaylar karşısında   sorular sormalarını, nedenlerini  düşünmelerini engellemek. Ancak buna karşı çıkan hala bu çarkın içine girmemiş olanlarsa susmayı kabul etmeyip kendi fikirlerini, düşüncelerini aktarmayı, insanların bu kadar  normalmiş gibi gözüken olaylar karşısında tepkisiz kalmalarına ses çıkaranlar ise  cezalandırılır.....


                                                          
Kültürel  Bellek-Kimlik
Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun üstlendiği  ‘’Gelenekten Çağdaşa’’ adlı sergi  Türkiye’nin batılılaşma sürecinde  modern ve çağdaş sanatımızın  , geleneksel sanatla olan ilişkilerini irdelemektedir.  Sergide  Balkan Naci İslimyeli , Ekrem Yalçındağ , Erol Akyavaş, Bedri Rahmi Eyüpoğlu , İsmet Doğan, İnci Eviner, Selma Gürbüz ,Ergin İnan,  Murat Morova’nın  ve çalışmaları yer alıyor. Bu isimlerin hepsinin ortak özelliği, geleneksel her türlü biçim, içerik ve estetiği, modern anlatım dili içinde yeniden yorumlamalarıdır.
Ülkemizin kültürel birikimini  yapıtlarına    nasıl aktardıklarını gösteren sanatçılar  geleneksel sanatla modernin  bir arada nasıl  kullandıklarını resim, video , fotograf   ve   geleneksel sanat ürünleri olan   hat , çini, minyatür , tekstil gibi objeleri de kullanarak bizlere  doğu- batı , gelenek ,modernlik ve çağdaşlık kavramlarını yeniden okumayı ve sorgulamamızı istiyorlar.Sergideki işler arasında  ilgimi çeken bir kaç  çalışmadan bahsetmek istiyorum. İnci Eviner’ in ‘’ Yeni Vatandaş’’ adlı  enstalasyon çalışması  60 metrekarelik bir  alana  Avrupa duvar kağıtları ve Osmanlı çinileri ile  yerleştirilerek  geleneksel temsile ilişkin   yaklaşımlarımızı sorgulamamızı istiyor. Diğer bir  çalışma ise  Murat Morova’nın ‘’Sonsuzluk  ve Tekrar ‘’ adlı çalışması  insan figürünü kaligrafik  arap harfleriyle motifleştirerek  Osmanlı çinileri üzerine uygulayarak  batıya özgü insan figürünü   doğuya özgü bir motife cevirerek bir düzenleme yapmıştır.İslam estetik  anlayışının    görsel , sözel,  yazılı öğelerini kendi kavramsal  anlayışına göre düzenler sanatçı. Sergi  tarih,kültür ve sanat  yapıtı arasındaki   görsel ve kavramsal ilişkileri sorguluyor.
KADIN: Mükemmelmiyiz ?
Duchamp’la başlandığı Kabul görülen   kavramsal   sanat anlayışı ,  sanat eserini klasik bakıştan, duvarlara asılan,cam fanuslara konulan, müzelerde belli bir kesimin beğenisine sunulan anlayıştan   kurtarmıştır.
Kavramsal  sanatçılar  geleneksel  estetik  kuralların  dışına  çıkmaya  özen  göstererek, sanat nesnesini alışılmış  biçim özelliklerinden çıkarmışlardır.
Kavramsal sanat anlayışı  biçimden öte altında yatan   düşünsel yapıyla ilgilenir. Fakat biçimi öz ardı ederken fikir yada düşünceleri aktarmak için bir takım malzemelere de ihtiyaç duyarak kendine özgü estetik yargılarla birleştirir.Öte yandan kimi  sanatçılar  dili, kimileri de  bedenlerini  sanat  nesnesi  yapmışlardır. Bu  anlayışta  önemli  olan  izleyicide  farklı bir bakış açısı yaratmak ve düşünsel bir katılım sağlamaktır.İşte tam bu noktada Odd Nerdrum ve Kiki Smith’in eserlerine baktığımda iki soruya cevap bulmaya çalıştım. Sanatı  herkes tarafından anlaşılır hale getirmek mi  ? Ve neden kadın ? Aslında iki  soruma da cevap verdiler. Geleneksel  ve   genel  kabul gören  sanat  üretimlerini yıkmak  yerine   sanatı herkes tarafından anlaşılır hale getirmek. Estetik yargıları  yıkarak  belli bir kesime hitap eden  sanat eserini yapımına karşı çıkıyorlar. Eserlerin kavramlarıyla ilgilenmemizi istiyorlar . Klasik sanat  anlayışına bir gönderme aslında . Estetik  yargıların dışına cıkarak  iğreti duran  insan dışkısını çalışmalarında kullanmışlardır.Dışkıyı  güzel vücutlu  kadınlarla birlikte kullanarak  güzelle çirkinin çelişkilerini mi bizlere göstermek istiyorlar acaba?
Görülen kadını seyredip  haz almak yerine  sorgulama  gereksinimi hissettiriyor .
Bunların yanında tüm bu düşünceleri aktarırken neden kadını kullanmışlardır? Kadınsal bir sorunada mı dikkat cekmemizi istiyorlar .Cinsel bir obje , meta halini almış kadını  aslında  görsel bir tüketim unsuru olduğu gerçeğini ters düz etmek istiyorlar ,çevreyle ve dünya ile  olan ilişkilerini ,kadının kendi  özgün kimliklerini  göstermek…
Sanatçılar  toplumun kadına  ve bedenine dayattığı güzellik kavramlarını inceleyerek , kadını ötekileştiren  , üzerindeki toplumsal baskıları  ve bunların yol açtığı psikolojik ve fiziksel  değişim etkilerini  farklı materyaller ve nesneler kullanarak gözler önüne seriyorlar. Mükemmellik anlayışını yıkarak  aslında hiçbirşeyin mükemmel olmadığını gayet tiksinç bir hal alabileceğini aktarmaktalar.
Toplumsal açıdan kadının içinde bulunduğu konuma, başsız, içi boş elbiselerle yapılan göndermeler, sanat tarihinde, kadının temsiline ilişkin eleştirileri de içerir. Çoğu erkek olan pop sanatçıların, kadını reklam kültüründen ne kadar farklı sundukları tartışılabilir estetiğin,  reklam kültüründe ve moda dergilerinde bir meta olarak sunulan kadın bedeninin bu biçimde temsili, bu alana yapılan bir eleştiriyi de içermektedir. Erkek izleyicilerin görme zevklerini önlediği gibi kadın olgusunun yok edilmiş olduğunu, kimliksizleştirildiğini de gösterir.
Kamusal alan  içinde dört duvar arasına sıkıştırılan ötekileştirilen   kadın kimliğini  haz veren değilde iğreti duran bir çıplaklıkla gözler önüne   seriyorlar .

29 Mart 2010 Pazartesi



anlamak , tanımlamak …
Haluk Akakçe

1970 doğumlu sanatçı Ankara Bilkent üniversitesi iç mimarlık bölümünü bitirdikten sonra Chicago’da sanat yüksek lisansı yaptı . Türk izleyici onu 6. Uluslararası İstanbul bienal’inde tanımaya başladı . Akakçe kendisini zamanın sanatçısı olarak nitelendirirken alışılagelmişin dışında sonsuz mekan kurgusu ile yapmış olduğu çalışmalarla da bizleri bu imgelerin için dahil etmektedir. Video filmlerinde , rölyeflerinde, farklı yönlere doğru açıklıklar ve kapalılıklar kurgulayarak , ışık gölge oyunlarıyla izleyicilerin algılarıyla tamamlanacak bir biçim oluşturmaktadır. Uyarmayı değil daha çok izleyiciyi uyuşturmayı deniyor. Ona göre sanatçının üretim nedeni topluma bir şey göstermek , ispat etmekse bunun kendi varlığını içine atarak yapması gerektiğini savunuyor.

Hissetmek …. Gündemden bir konuyu ele alırken yapmış olmak değil hissetmek gerektiğini savunuyor. İfade ederken kendine ait bir dille anlatım sağlamanın ancak o zaman sanatçıya özgünlük katacağını anlatıyor. İnsanın teknoloji ile olan ilişkilerini irdeleyen , kimi zamanda biyolojiyi, geometriyi,ve mimariyi dahil ettiği videolarını oluştururken kullandığı müziğinde bir uyum içinde hareket etmesine çok önem vermekte. Çünkü o zaman daha güçlü bir ifade biçimi oluşacağını düşünüyor.

Sanatçı duvar resimleri, kağıt üzerine çalışmaları, yağlı boya resimleri ve video performanslarının ağırlık taşıdığı işlerinde, yoğun paletini, sürreal hayal gücünü, doğa ve teknoloji arasındaki kavramsal keşiflerini tanımlıyor. Londra ve New York'ta yaşayan sanatçı yaratıcılığında , bilim kurgu, çizgi roman romantizmi ve güncel modadan etkileniyor.

Sanatçının 5 bin milli piyango biletiyle hazırlamış olduğu ‘’ Masallar Gerçek Olabilir, Sizin de Başınıza Gelebilir ‘’ adlı enstalasyonu , yılbaşı büyük ikramiyesi peşinde koşan , piyango bayilerinin önünde kuyruk oluşturmuş insanların şans, beklenti, olasılıklar üzerine sorular sormamızı hedefliyor. İnsanda var olan beklenti duygularını çalışmanın içine taşımakta. İstanbul’ dan toplandığı mobil bilet bayileri ve piyango biletlerini bu platform üzerine sıkıştırarak çalışmasını sergilemiştir.
Diğer bir çalışma ise ‘’Reenkarnasyon’’ başlıklı sergi. Akakçe bu sergide madde ve enerji arasındaki ilişkiyi , ruhun tanımı ve maddesel özelliklerini ve kullandığı renklerle kendine özgün bir anlatım yakalamış. Ayrıca bu sergiyle birlikte sanatçının ilk retrospektif kitabı olan ‘’Reincarnation’’ adlı kitabını da eş zamanlı olarak yayınlamış. Bir sergi katalogu olmanın yanı sıra sanatçının yeni ve eski dönem işlerinin alanlarını anlatan bir çalışma olmuştur.
Yine önemli bir çalışmalarından biri olan '' Hiç '' adlı sergi . Sanatçı bu sergide 11 Eylül olaylarından yola çıkarak bir düzenleme hazırlamıştır. Bireyin mekana nasıl yabancılaştığını anlatmak. ‘’ Hassas Denge ‘’ ve ‘’Ölü Doğa’’ isimli iki video gösterimi hazırlamış. ‘’Hassas Denge’’ de bireyin ve toplumun karmaşık ilişkilerine gönderme yaparken , ‘’ Ölü Doğa ‘’ da ise bir insanın aynı anda göremeyeceği açılardan , iç ve dış mekan görüntüleri yer almaktadır.

Akakçe şimdilerde ise ünlü Fransız moda markası olan bir firmanın Paris mağazasında videolarını sergilemekte. Mağazanın gezinti alanının en dikkat çekici bölümlerinden biri olan yürüyen merdiven boyunca devam eden, 20 metre uzunluğundaki bir fiber optik ekranda gösteriliyor . Sanatçı burada bir dünya içinde yer alan başka bir dünyaya bir yolculuk yaratmak ve yürüyen merdiveni , üzerinde beklenen bir yer olmaktan çıkarıp , ziyaret edilecek bir alana dönüştürmeyi amaçlamış.

kaynakçalar ;
sanatatak.blogspot.com
hurarsiv.hurriyet.com.tr
fesmekan.mynet.com
www.piartworks.com

TARKOVSKİ VE İDEAL SANAT ARAYIŞI
Sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve \ veya hayal gücünün ifade biçimidir. Aslında sanat insanın evrensel bir değeridir.
İnsanın yaşamını , faaliyetlerini etkileyen her şey sanatı etkilemektedir ve sanatçı tarafından yorumlanarak insan beğenisine sunulur ve estetik bir zevk ve heyecan uyandırır .
İnsanların gerçek doğada gerekse sanat eseri karşısında yaşadıkları haz, “güzel” ve “güzellik” duygusuyla ifade bulmaktadır. O halde, güzel ve güzellik estetiğin dayandığı temel kavramdır.
Platon'a göre güzel, bir ideadır. Doğada gördüğümüz her şey idealardan aldıkları pay oranında güzeldir.
Tarkovski güzel kavramında hayatın çelişkiler içerisinde yer aldığını güzelin çirkinle çirkinin de güzelle iç içe olduğunu ve bu çelişkinin sanat da hem uyumlu hem de dramatik bir birlik içerisinde belirdiğini ifade eder.Güzele ulaşmakta ancak gerçeğin peşinden koşmakla mümkün olduğunu söyler.

Peki ama gerçek nedir ?
Tarkovski gerçeğe insanın kendi varlığıyla ilgili en temel soruları sormasını , bir ruhsal varlık olarak kendisinin bilincine varması olarak nitelendiriyor ve sanatçının bu çağrıya asla kulak asmaması gerektiğini ifade ediyor.
Platon'a göre ise iki evren vardır. Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idea’lar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir. Duyular yoluyla kavranabilen evren idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan gerçek bilgiye idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görecelidir.
Aristotales Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür.
Gerçek bilgi, tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.
Aristotales’e göre iki türlü bilgi vardır. Biri deneye, yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler, diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi kavram, yargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi tek tek var olanlarda kalan bilgi olmayıp, genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir’’ demiştir.
Ona göre sanatsal uğraşıda sanatçı özverili olmalıdır. Gerçek bireyselliğe ancak özveriden geçebileceğini bu gerçeği unutup insan olma duyularımızı da kaybettiğimiz ileri sürer. Sanat kişinin iç dünyasında sonu gelmeyen dur durak bilmeyen bir alan sunuyor. Sanatın bilgi aktarma ifadesine değinirken iletişim işlevi ile de ne kadar iç içe olduğunu bizlere göstermektedir. Sanatın farklı bir anlatım biçimi olduğunu kişilerin bu anlatımla kendileri hakkında bilgi verirken farklı deneyimlere de ulaşma imkanı olduğunu söyler. Sanatın faydacılık sağlama değil tamamen özveriden ileri geldiğini ifade eder.
Sanatçının konu aramadığını , onun iç dünyasında yeşerip belirginleştiğini ve şekil kazandığını ve dış dünyaya aktardığını ifade eder. Yaratıcılık eğilimin onun var oluş biçimi olduğunu ve bu eylemin kaçınılmaz olduğunu söyler.
Sanat eserinin değerinin onu algılayanlara göre değiştiğini , sanat eseri hakkında en genel tavır ise kişilerin gösterdikleri tepkilerin bulunduğu coğrafya , toplum arasında ilişki kurulması ile önem kazanacağı doğrultusundadır. Sanat eseri hakkında nihai bir bilgiye kavuşmak, anlamını , görevini açıklığa kavuşturmak mümkün değildir.

Goethe ‘ nin bir sözüne değinmiştir ‘’Sanat eseri yargılanmaya ne kadar kapalı ise o kadar değerlidir ’’ demiştir , önemli olan noktanın bu çelişki dengesinden ve uyumundan doğan sanatın az cağrışımlar uyandırmasıdır.
Sanatın deneyimlerini sanatta ifade edilen idealleri benimsemiş olsaydık şüphesiz daha iyi insanlar olabileceğimizi ancak sadece katharsis ve sarsıntıyla iyiye yöneltilebildiğini ifade etmektedir.
Tarkovski kitabında sanatın herkese yönelik olduğunu herkes tarafından hissedilebilen bir etki oluşturmayı duygusal bir sarsıntı yaratmayı amaçlamıştır sanatçıların ilettikleri manevi duygulardan etkilenmelerini ister.Yalnız eğitmeyi öngörmez sadece manevi bir deneyim yaşatmayı hedefler .
Kapı Numarası ‘’5533 ‘’

Vaktiyle dikiş makinesi ticareti yapılan eski bir dükkanın yeniden dekore edilmesiyle oluşturulan bir mekandır 5533 . Volkan Aslan , Nancy Atakan ve Marcus Graf’ın kuruculuğu ile sergileme , araştırma ve tartışma alanı yaratmayı hedeflerken , kütüphane ve sanatçı dosyası arşivleri, sanatçı konuşmaları, atölye çalışmaları ve bunların yanı sıra performanslar, video gösterimleri ve vitrin sergileri ile de interaktif bir mekan sunar bizlere. Her tarzdan , içerikten ve coğrafyadan videolara kapısı açarken arşivciliğe ve videoların içeriklerine göre de etkinlikler düzenlemeyi amaç edinen ,700 aşkın video arşivi ile Kurye’nin de bünyeye dahil olmasıyla daha çok gidip görülmesi gereken bir mekan olmuştur 5533.

Mekanın ev sahipliği yaptığı ilk projelerden biri İrfan Önürmen’in ‘’ 8 yüz’’ adlı çalışmasıdır. Bu çalışma Türkiye’ nin en önemli sorunlarından biri olan kadına karşı şiddet konu alırken ,sanatçı günlük bir gazetede gördüğü sekiz kadın imgesini gelinlik tüllerine boyayarak kadının masumiyetine ve sosyal duruşuna gönderme yapmıştır. Önürmen’in resmettiği bu kadınlar kahvaltıyı geç hazırlamak , fazla banyo yapmak gibi sebeplerden dolayı katledilmişlerdir. Kadınların toplum içinde duruşunu sorgulayan sanatçı erkeklerin kadınlarla hayatı nasıl paylaştığı sorusuna gönderme yapmıştır.

Bu çalışma çok farlı bir deneyime de ön ayak olmuştur aslında. Geçimini İmç ‘de çaycılık yaparak geçiren Nuri Güleç ‘in küratörlük deneyimini yaşadığı bir çalışmadır. Mekan kurucuların ortak kararı üzerine İmç ‘nin enteraktif bir mekan oluşu ve esnafın beğenisini ön plana çıkarmak için projeye davet edilen 50 sanatçı çalışmasının arasından Nuri Bey’e seçtirilmiştir. Küratörlüğe bir göndermenin yanı sıra sanatın bağlamlarıyla oynanmak istenmiştir.

Bir diğer proje ise ‘’ Belirli Günler Ve Haftalar ’’ adlı çalışma; İstanbul'un çeşitli semtlerinde bulunan bağımsız sanat mekanları, sanatçı insiyatiflerini ve oluşumlara açık bir çağrı ile katılımları sağlanmıştır.

İletişimin, paylaşımın ve pratiklerin geliştirilmesini amaçlayan bu proje aynı zamanda izleyiciye İstanbul'da faaliyetlerini sürdüren bu oluşumları yakından tanıma fırsatı sunarken , insiyatiflere ait dokümanlara da ulaşmamızı sağlar.
Diğer performans , video gösterimlerini gidip görmek mümkün .

kaynakçalar ;
imc5533.blogspot.com
atilkunst.blogspot.com
www.tumgazeteler.com


ADRES: İMÇ 5.BLOK NO: 5533, Unkapanı / İSTANBUL